23 Ocak 2014 Perşembe

Gezen Karanlık Oda


GEZEN KARANLIK ODA

BİLAL BABAOĞLU

1999 da meydana gelen Marmara Depremi’nin çocuklar üzerindeki travmatik etkilerinin giderilmesine katkı sağlamak amacıyla Dayanışma Gönüllüleri Derneği tarafından “ Fotoğrafçı Çocuklar Atölyeleri” hayata geçirildi. Bu atölyeler kalıcı-yerleşik atölyeler ve gezici atölye olarak tasarlandı ve uygulandı. Gezici Atölye, bir kamyonun kasasının karanlık oda olarak tasarlanmasıyla sağlandı. Böylece istediğin yere gidebilen karanlık oda çalışmasını mahalle aralarına kadar taşıyabilen bir gezici atölye ortaya çıkmış oldu. Deprem sonrası kent koşullarında bu atölye fotoğraf çalışmalarını depremzede çocuklara ulaşması konusunda çok işe yaradı. Deprem bölgesindeki çalışmalar sona erdikten sonra ise bu “Gezen Atölye”  yurdun çeşitli yerlerinde boy gösterdi, yüzlerce çocuğun “karanlık oda” ve dolaysıyla fotoğrafla tanışmasını sağladı.
Bu atölyenin  ismini çocuklar koydu “Fotoğraf Kamyonu”. Fotoğraf ve kamyon gibi bir araya gelmesi pek ihtimal olmayan iki şeyin bir araya gelmesinden güzel yeni bir “şey” ortaya çıkmış oldu. Fotoğraf kamyonu tasarımından itibaren “çocukların” eseridir. Kamyonun kasası Fotoğrafçı Çocuklar tarafından boyandı, renklendirildi ve kamyon yollara düştü.  Fotoğraf Kamyonu temel olarak iki işleve sahipti
1-     Fotoğrafçı Çocuklar atölyelerinden çıkan fotoğrafların sergilendiği gezici bir galeri
2-     Kamyonun kasasında karanlık oda tekniklerini uygulandığı  gezici bir atölye.

Fotoğraf Kamyonu, Türkiye Fotoğraf tarihinde ilk kez uygulanan, fotoğrafı çocuklara ulaştırmayı başaran değerli ve incelenmeyi hak eden bir atölye uygulamasıdır. Ayrıca gezici galeri yoluyla deprem gerçeğini “Fotoğrafçı Çocukların”ın fotoğraflarıyla yurdun çeşitli yerlerine taşımayı başarmış bir paylaşım-iletişim modeli olarak da incelenmeye değerdir.

Amatör bir fotoğrafçı olarak 2000-2002 yılları arasında Fotoğraf Kamyonu projesinde “rehber” olarak çalışma mutluluğunu yaşadım, bu projeden edindiğim tecrübeleri sizlerle paylaşmaktan heyecan duyuyorum.  Öncelikle bu çalışmaya nasıl katıldığımı söylemek isterim. İÜ İletişim Fakültesinden arkadaşlarım, ilk fotoğraf hocalarım olan Gökhan Gezik ve Mehmet Kaçmaz vesilesiyle Fotoğrafçı çocuklar atölyelerinden haberdardım. Çünkü onlar İzmit ve Değirmendere’de yapılmış olan atölyelerin rehberleriydiler. Kasım 1999 Düzce depreminden sonra aynı atölyeleri Düzce Gölyaka da kurmayı amaçlamışlar. O atölyelerde sorumluluk almak isteyecek birisini ararken ben yapmak isterim dedim ve Fotoğraf atölyeleri ekibiyle yani Özcan Yurdalan, Kemal Cengizkan, Dora Günel , Yücel Tunca ile tanıştım. Bu işe başladığımda amatör bir fotoğrafçıydım halen öyleyim, azıcık da muhabirdim.  2000 yılı Nisan ayında Düzce’nin Gölyaka İlçesi’nin Efteniye bölgesi diye anılan Hacı Süleyman ve Aksu Köylerinde kurulan Fotoğrafçı çocuk atölyelerinde rehber olarak çalışmaya başladım. Hafta sonları atölyeye gidiyor, çocuk arkadaşlarımızla fotoğraf çalışması yapıyorduk. Bu kalıcı sabit bir atölyeydi. O atölye o yaz boyu sürdü dört ay gibi bir sürede yaklaşık yirmi beş çocukla bir atölye çalışması yaptık. Bu çalışmanın sonunda o atölyeye katılan çocuklar bir belgesel fotoğraf sergisi ortaya çıkardı. Fotoğraflar, köyde deprem sonrası yeniden kurulmakta olan hayatı çocukların gözünden sergilemekteydi.  Daha sonra bu sergi , İzmit ve Değirmendere Atölyeleri’ninsergsiyle beraber   Fotoğraf Kamyonu’n sırtında memleketi gezdi.
Mahallenin orta yeri Karanlık Oda
Öncelikle Fotoğraf Kamyonu’nda yapılan çalışmayı size özetlemeliyim.
Fotoğraf kamyonu, evden eve nakliyat yapan kamyonlar gibi kapalı kabinden oluşan, tamamen ışıktan yalıtılmış bir kamyondu. İçinde bir karanlıkodada bulunması gereken ekipmanların bulunduğu ve aynı anda üç-beş kişinin birlikte fotoğraf çalışması yapabileceği bir atölyeydi. Fotoğraf Vakfı’nın projesi olarak faaliyetlerini yürüttü.  Sürekli gezen ring halinde bir atölye olamadı ne yazık ki.  Fotoğraf Kamyonu “mazot” bulunursa yola çıkabiliyordu. Yurdun çeşitli yerlerinde belediyeler, valilikler ve stklar tarafından organize edilmekte olan çeşitli kültür sanat çalışmalarına Fotoğraf Vakfı bu atölyeyi yapmak üzere davet edilir, kamyonun maliyeti organize eden kurum tarafından karşılanması koşuluyla yola çıkılırdı. Buna rağmen bu kamyon iki defa  Hakkariye kadar gidebildi. Ayrıca Macahel’e, Diyarbakır’a, Van’a, Erzincan’a, Afyon’a, Altınoluk ve Didim’e gitti. Bunun yanı sıra İstanbul içinde birkaç farklı yerde arzı endam etti, üç yıl gibi bir sürede yüzlerce çocuğun karanlık oda tecrübesi yaşamasını sağladı.
Fotoğraf kamyonun temel amacı çocuklara “karanlık oda tecrübesi yaşatmak” tı. Niyetimiz çocuklara karanlık odanın kapılarını açmak, onları fotografik büyüyle büyülemekti. Fotoğraf Vakfı fotoğrafçılarının hiç biri profösyonel eğitimci, pedagog vb değildi, fotoğrafçı ya da amatör fotoğrafçılardan oluşuyordu. Bu yönüyle baktığımızda Fotoğraf Kamyonu çalışması da “alternatif bir modeldi”. Eğitim ya da öğretim modeli demiyorum çünkü bizlerin işi eğitim-öğretim değildi, sınırlarımızı biliyorduk. O nedenle kendimize de öğretmen, hoca denilmesini istemiyorduk. Çocukların bizlere isimlerimizle hitap etmesini istiyor ya da abi abla gibi hayatta kullandıkları sıfatları kullanmalarını rica ediyorduk. Biz yaptığımız işi “ fotoğraf bilgisini paylaşmak, fotoğraf yoluyla çocuklarla iletişim kurmak” olarak tarif etmiştik.  Bizim açımızdan çalışma buydu, çocuklar açısından ise “fotoğrafla tanışma” dan ibaretti. Fotoğraf Kamyonu atölyesi “temel fotoğraf eğitimi” de kapsamıyordu. Edebiyat yapmak icap ederse “hoş bir seda bırakmak” diyebiliriz.
Fotoğraf Kamyonu bir yere park eder:
Çocuklarla karşılaşmalarımız çoğunlukla yurdun çeşitli yerlerinde yapılmakta olan Kiraz, Elma, Zeytin, Barış, Kardeşlik gibi sevimli temalarla organize edilen sanat festivalleri dolayısıyla oluyordu. Yani hoş bir atmosferde bir araya gelirdik. Herkesin yüzlerinde çiçekler açmış haldeyken pat diye çocukların önüne bir kamyon çıkıverirdi. Çocuklar tarafından bu buluşma spontane bir buluşma olurdu. Dışı çocuk resimleri, gökkuşağı gibi rengarenk boyanmış kamyonu gören çocuklar anında bu kamyonun kendileriyle ilgili bir şey olduğunu anlar; “oyuncakçı mısınız? hokkabaz mısınız? Sirk misiniz? Gibi sorularla etrafımızda toplanırlardı. Hayır fotoğrafçıyız, sizlerle fotoğraf atölyesi yapmaya geldik diye konuya girer atölyede yapılacak işi anlatırdık:
Fotoğraf Kamyonu aynı zamanda bir “gezici galeri” demiştik. Deprem bölgelerinde yapılan atölyelerin fotoğraflarını kamyonumuzun yanlarına asmakla işe başlardık. Sergi zincirlerimiz ve aparatlarımız vardı. Bu sergiyi asarken başımıza ilk toplanan çocuklar bizlere yardım ederken Fotoğrafçı Çocuklar Atölyesi’ni tanır ve o fotoğrafları ellerine alırdı. Bu müthiş bir paylaşım anıydı. Diyarbakır’da ya da Hakkari’de yaşayan bir çocuk o an o fotoğraf yoluyla “deprem” vakıasını İzmitli ya da Düzceli kendi yaşıtı bir çocuğun gözünden görüyor ve hissedebiliyordu. Çocuklar o fotoğrafla ilgili, fotoğrafı çeken yaşıtlarıyla ilgili bir dolu soru soruyordu.  Ben bu anın kıymetini bu ana defalarca tanık olmuş olmama rağmen şimdi daha iyi anlıyorum ve bu sempozyumun kıymetini de takdir ediyorum. Sempozyumu düzenleyen dostlarıma teşekkür etmek istiyorum. Bizler değerli bir iş yapmışız. Çünkü bu çalışmalardan kazanılan tecrübelerin kayıt altına alınması, metotlar, programlar çıkarılması çok yararlı olacaktır. Şimdi tersini düşünelim. Aynı yıllarda Diyarbakır ya da Hakkari’de yaşayan bir çocuğun çektiği bir fotoğrafı yurdun diğer bölgelerinde yaşayan çocuklar görseydi ne olurdu? Kesinlikle inanıyorum ki daha tez zamanda barışa ulaşılırdı. Fotoğraf Vakfı bunu denedi, Kürdistan’da Fotoğrafçı Çocuklar Atölyeleri açtı, o çalışmalardan sergiler oluşturdu. Hayata tanık olan belgesel değeri tartışılmaz fotoğraflar da çıktı. Bu atölyeler keşke çoğaltılabilse ve devam edebilse, o atölyelerden çıkan fotoğraflar gezici sergilerle yurdun her yerindeki çocuklara ulaşabilse  “barışa katkı sağlamış oluruz”. Ne güzel olur.Bu halen daha mümkün. Bu sempozyumda sunum yaparken hedeflediğim politik meramımı böylece ortaya koyduktan sonra sadede dönüyorum.
Fotoğraf sergisi kamyona asıldıktan sonra Fotoğraf kamyonu atölyesine geçerdik.  Çalışmamamıza yedi yaşından ondört yaşına kadar olan çocuklar katılabilirdi. Biz sınırlamadık kendiliğinden bu sınır ortaya çıktı. Yedi yaşından küçük çocuklar karanlıkta bulunmaktan korkuyor, büyükler de çabucak sıkılıyordu.  Çalışmamız iki etaptan oluşurdu: Açık alanda kompozisyon oluşturmak ve kompozisyonlarını karanlık odaya girerek fotograma taşımak. Bu iki etapta en az birer rehber çocuklara eşlik ederdi. Çalışmaya katılacak çocuklara 10x15 cm boyutunda birer kağıt parçası verirdik. Bu kağıt onların kompozisyon alanıydı. Çocuklardan bu kağıdın üstüne sığacak büyüklükte saydam ya da yarı saydam nesneler toplamalarını isterdik. Daha o an fotoğrafla tanışmış olurlardı. Bir nesnenin saydam olup olmadığını nasıl anlarız diye sorarlardı tabii. Gölgesi çıkıyorsa saydam değildir. Bu bilgiden sonra  çocuklar, fotoğraf işinin ışıkla gölgeyle ilgili bir mevzu olduğunu deneyerek öğreniyorlardı. Saydam olmayan, gölgesi çıkan şeyler bizim işimize yarıyordu. Neydi bunlar? Kozalak, çubuk, taş, yaprak vb. Çocuklardan verdiğimiz kompozisyon kağıtlarının üstüne topladıkları saydam olmayan nesnelerden şekiller oluşturmalarını rica ediyorduk. Nasıl şekiller? Her şey olabilir, taşları çubukları yan yana, alt alta getirerek çeşitli şekiller, ipleri telleri bükerek yeni şekiller, şekilleri yan yana getirerek resimler, imajlar ve onları bir arada kağıt üstünde yerleştirerek kompozisyonlar oluşturmalarını isterdik.  Böylece  çocuklar, “kompozisyonu ögelerine ayırmayı”  tecrübe ediyordu. Bu çocukların görsel algısının, zekasının, becerisinin gelişmesinde çok işlevli bir çalışmaydı. “Siz neymişsiniz be abi” demeyin lütfen mahcup oluruz. Biz bu yaptıklarımızın “bu kadar hayırlı bir iş olduğunu o zaman bu kadar net bilmiyorduk. Daha sonra bizim çalışmalarımızı değerlendiren akademisyen pedegoglar, psikologlar bize  bunun böyle olduğunu söylediler. Çalışmalarıyla da ortaya koydular.  Kağıt üstünde kompozisyon çalışmasından sonra karanlık odaya geçilirdi. Karanlık odada çocuklar kırmızı ışık altında kağıda hazırladıkları kompozisyonlarını fotoğraf kartına taşırlar, agrandizördepozlandıktan sonra fotoğraf kartı sırasıyla geliştirici, durdurucu, tespit edici banyolardan geçer çocukların önene “fotogram” olarak gelirdi.  Bu sürece çocukların yüzlerinden, tepkilerinden tanık olmak benim için çok güzel bir olaydı. Çocuklar büyüleniyor, etkileniyorlardı.  O ana kadar sadece “hele ne olacak bir bakalım duygusuyla katılan çocuklar” beyaz kağıt üzerinde görüntünün oluşumuna tanık olduktan “vavv” diyorlardı. Dışarı çıktan sonra büyük bir merak ve ilgiyle “hele bu iş nasıl oluyor bir anlat” diyorlardı. Böylece fotoğraf ilişkileri kelam yoluyla değil zanaat yoluyla başlamış oluyordu. Yaparak, görerek, tecrübe ederek öğreniyorlardı. Çocuk öğrenme sürecinde aktif oluyordu. 
Karanlık oda çalışmasından sonra fotogramlar tekrar sahiplerine iade ediliyor ve ilk başta onlara verilen 10x15 cm boyutundaki  kağıtlarınakopmozisyonlarını yazmalarını rica ediyorduk. Yazmak istemeyen yazmıyor ya da yazma aşamasında daha başka bir şey uydurmak isteyen de uydurabiliyor, istediği hikayeyi yazabilme imkanına sahipti. Fotgram pozitif baskı tekniğidir. Fotoğraf kartına saydam olmaya nesneyi koyup pozlarsanız cisim ışık geçirmediğinden altında kalan kısım beyaz kalır, fotoğraf kartının ışık alan kısımları ışık görmüş olduğundan siyah olur. Böylece siyah beyaz bir fotografik ürün ortaya çıkar. Çocukların fotogramlarını ellerine aldıktan sonra farklı kompozisyon yazmaya meyil etmeleri de bence tesadüf değildi. Çünkü onlar  topladıkları nesnelerin sadece grafikleriyle imajlar ve kompozisyonlar oluşturduklarınıfotogramın gördükten sonra idrak ediyorlar. Şekil çağrışımlarıyla birlikte başta düşündüklerinden farklı kompozisyonlar yazma, hikayelerini geliştirme ihtiyacı duyuyorlardı. Biz rehberler olarak bu sürece müdahale etmiyor sadece isterlerse hikayelerini değiştirme, farklı şeyler “uydurma” şansları olduğunu hatırlatıyorduk. Uydurmak kavramı da bu çalışmada çocuklardan öğrendiğimiz ve değerli bir kavramdır. Hatta diyebilirim ki Fotoğraf Kamyonu çalışması başından sonuna “uydurma” bir iştir. Uydurmak, bir şeyin bir başka şeye ulanması, yakıştırılması, ilişkilendirilmesiyle oluşturulan, bilinçli ya da bilinç akışıyla gelişen,  anlamlı olsun ya da olmasın ama mutlaka en azından uyduran için kıymetli bir şeydir. Duma dumadum ben bir yalan uydurdum deyip bu bahsi kapatıyorum.
 Ulusal bir gazetede fotomuhabir olarak çalışırken İzmit Depremi sonlik yapmaktayken Fotoğrafçı Çocuklar Atölyelerine dahil oldum. Kasım 1999 depreminden

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder