GEZEN KARANLIK ODA
BİLAL BABAOĞLU
1999 da meydana gelen Marmara Depremi’nin
çocuklar üzerindeki travmatik etkilerinin giderilmesine katkı sağlamak amacıyla
Dayanışma Gönüllüleri Derneği tarafından “ Fotoğrafçı Çocuklar Atölyeleri”
hayata geçirildi. Bu atölyeler kalıcı-yerleşik atölyeler ve gezici atölye
olarak tasarlandı ve uygulandı. Gezici Atölye, bir kamyonun kasasının karanlık
oda olarak tasarlanmasıyla sağlandı. Böylece istediğin yere gidebilen karanlık
oda çalışmasını mahalle aralarına kadar taşıyabilen bir gezici atölye ortaya
çıkmış oldu. Deprem sonrası kent koşullarında bu atölye fotoğraf çalışmalarını
depremzede çocuklara ulaşması konusunda çok işe yaradı. Deprem bölgesindeki
çalışmalar sona erdikten sonra ise bu “Gezen Atölye” yurdun çeşitli yerlerinde boy gösterdi,
yüzlerce çocuğun “karanlık oda” ve dolaysıyla fotoğrafla tanışmasını sağladı.
Bu atölyenin
ismini çocuklar koydu “Fotoğraf Kamyonu”. Fotoğraf ve kamyon gibi bir
araya gelmesi pek ihtimal olmayan iki şeyin bir araya gelmesinden güzel yeni bir
“şey” ortaya çıkmış oldu. Fotoğraf kamyonu tasarımından itibaren “çocukların”
eseridir. Kamyonun kasası Fotoğrafçı Çocuklar tarafından boyandı,
renklendirildi ve kamyon yollara düştü.
Fotoğraf Kamyonu temel olarak iki işleve sahipti
1-
Fotoğrafçı Çocuklar atölyelerinden
çıkan fotoğrafların sergilendiği gezici bir galeri
2-
Kamyonun kasasında karanlık oda
tekniklerini uygulandığı gezici bir
atölye.
Fotoğraf Kamyonu, Türkiye
Fotoğraf tarihinde ilk kez uygulanan, fotoğrafı çocuklara ulaştırmayı başaran
değerli ve incelenmeyi hak eden bir atölye uygulamasıdır. Ayrıca gezici galeri
yoluyla deprem gerçeğini “Fotoğrafçı Çocukların”ın fotoğraflarıyla yurdun
çeşitli yerlerine taşımayı başarmış bir paylaşım-iletişim modeli olarak da
incelenmeye değerdir.
Amatör bir fotoğrafçı olarak 2000-2002 yılları
arasında Fotoğraf Kamyonu projesinde “rehber” olarak çalışma mutluluğunu
yaşadım, bu projeden edindiğim tecrübeleri sizlerle paylaşmaktan heyecan
duyuyorum. Öncelikle bu çalışmaya nasıl
katıldığımı söylemek isterim. İÜ İletişim Fakültesinden arkadaşlarım, ilk
fotoğraf hocalarım olan Gökhan Gezik ve Mehmet Kaçmaz vesilesiyle Fotoğrafçı
çocuklar atölyelerinden haberdardım. Çünkü onlar İzmit ve Değirmendere’de
yapılmış olan atölyelerin rehberleriydiler. Kasım 1999 Düzce depreminden sonra
aynı atölyeleri Düzce Gölyaka da kurmayı amaçlamışlar. O atölyelerde sorumluluk
almak isteyecek birisini ararken ben yapmak isterim dedim ve Fotoğraf
atölyeleri ekibiyle yani Özcan Yurdalan, Kemal Cengizkan, Dora Günel , Yücel
Tunca ile tanıştım. Bu işe başladığımda amatör bir fotoğrafçıydım halen
öyleyim, azıcık da muhabirdim. 2000 yılı
Nisan ayında Düzce’nin Gölyaka İlçesi’nin Efteniye bölgesi diye anılan Hacı
Süleyman ve Aksu Köylerinde kurulan Fotoğrafçı çocuk atölyelerinde rehber
olarak çalışmaya başladım. Hafta sonları atölyeye gidiyor, çocuk
arkadaşlarımızla fotoğraf çalışması yapıyorduk. Bu kalıcı sabit bir atölyeydi.
O atölye o yaz boyu sürdü dört ay gibi bir sürede yaklaşık yirmi beş çocukla
bir atölye çalışması yaptık. Bu çalışmanın sonunda o atölyeye katılan çocuklar
bir belgesel fotoğraf sergisi ortaya çıkardı. Fotoğraflar, köyde deprem sonrası
yeniden kurulmakta olan hayatı çocukların gözünden sergilemekteydi. Daha sonra bu sergi , İzmit ve Değirmendere
Atölyeleri’ninsergsiyle beraber
Fotoğraf Kamyonu’n sırtında memleketi gezdi.
Mahallenin orta yeri Karanlık Oda
Öncelikle Fotoğraf Kamyonu’nda yapılan
çalışmayı size özetlemeliyim.
Fotoğraf kamyonu, evden eve nakliyat yapan
kamyonlar gibi kapalı kabinden oluşan, tamamen ışıktan yalıtılmış bir kamyondu.
İçinde bir karanlıkodada bulunması gereken ekipmanların bulunduğu ve aynı anda
üç-beş kişinin birlikte fotoğraf çalışması yapabileceği bir atölyeydi. Fotoğraf
Vakfı’nın projesi olarak faaliyetlerini yürüttü. Sürekli gezen ring halinde bir atölye olamadı
ne yazık ki. Fotoğraf Kamyonu “mazot”
bulunursa yola çıkabiliyordu. Yurdun çeşitli yerlerinde belediyeler, valilikler
ve stklar tarafından organize edilmekte olan çeşitli kültür sanat çalışmalarına
Fotoğraf Vakfı bu atölyeyi yapmak üzere davet edilir, kamyonun maliyeti
organize eden kurum tarafından karşılanması koşuluyla yola çıkılırdı. Buna
rağmen bu kamyon iki defa Hakkariye
kadar gidebildi. Ayrıca Macahel’e, Diyarbakır’a, Van’a, Erzincan’a, Afyon’a,
Altınoluk ve Didim’e gitti. Bunun yanı sıra İstanbul içinde birkaç farklı yerde
arzı endam etti, üç yıl gibi bir sürede yüzlerce çocuğun karanlık oda tecrübesi
yaşamasını sağladı.
Fotoğraf kamyonun temel amacı çocuklara
“karanlık oda tecrübesi yaşatmak” tı. Niyetimiz çocuklara karanlık odanın
kapılarını açmak, onları fotografik büyüyle büyülemekti. Fotoğraf Vakfı
fotoğrafçılarının hiç biri profösyonel eğitimci, pedagog vb değildi, fotoğrafçı
ya da amatör fotoğrafçılardan oluşuyordu. Bu yönüyle baktığımızda Fotoğraf
Kamyonu çalışması da “alternatif bir modeldi”. Eğitim ya da öğretim modeli
demiyorum çünkü bizlerin işi eğitim-öğretim değildi, sınırlarımızı biliyorduk.
O nedenle kendimize de öğretmen, hoca denilmesini istemiyorduk. Çocukların
bizlere isimlerimizle hitap etmesini istiyor ya da abi abla gibi hayatta
kullandıkları sıfatları kullanmalarını rica ediyorduk. Biz yaptığımız işi “
fotoğraf bilgisini paylaşmak, fotoğraf yoluyla çocuklarla iletişim kurmak”
olarak tarif etmiştik. Bizim açımızdan
çalışma buydu, çocuklar açısından ise “fotoğrafla tanışma” dan ibaretti.
Fotoğraf Kamyonu atölyesi “temel fotoğraf eğitimi” de kapsamıyordu. Edebiyat
yapmak icap ederse “hoş bir seda bırakmak” diyebiliriz.
Fotoğraf Kamyonu bir yere park eder:
Çocuklarla karşılaşmalarımız çoğunlukla yurdun
çeşitli yerlerinde yapılmakta olan Kiraz, Elma, Zeytin, Barış, Kardeşlik gibi
sevimli temalarla organize edilen sanat festivalleri dolayısıyla oluyordu. Yani
hoş bir atmosferde bir araya gelirdik. Herkesin yüzlerinde çiçekler açmış
haldeyken pat diye çocukların önüne bir kamyon çıkıverirdi. Çocuklar tarafından
bu buluşma spontane bir buluşma olurdu. Dışı çocuk resimleri, gökkuşağı gibi
rengarenk boyanmış kamyonu gören çocuklar anında bu kamyonun kendileriyle
ilgili bir şey olduğunu anlar; “oyuncakçı mısınız? hokkabaz mısınız? Sirk
misiniz? Gibi sorularla etrafımızda toplanırlardı. Hayır fotoğrafçıyız,
sizlerle fotoğraf atölyesi yapmaya geldik diye konuya girer atölyede yapılacak
işi anlatırdık:
Fotoğraf Kamyonu aynı zamanda bir “gezici
galeri” demiştik. Deprem bölgelerinde yapılan atölyelerin fotoğraflarını
kamyonumuzun yanlarına asmakla işe başlardık. Sergi zincirlerimiz ve
aparatlarımız vardı. Bu sergiyi asarken başımıza ilk toplanan çocuklar bizlere
yardım ederken Fotoğrafçı Çocuklar Atölyesi’ni tanır ve o fotoğrafları ellerine
alırdı. Bu müthiş bir paylaşım anıydı. Diyarbakır’da ya da Hakkari’de yaşayan
bir çocuk o an o fotoğraf yoluyla “deprem” vakıasını İzmitli ya da Düzceli
kendi yaşıtı bir çocuğun gözünden görüyor ve hissedebiliyordu. Çocuklar o
fotoğrafla ilgili, fotoğrafı çeken yaşıtlarıyla ilgili bir dolu soru
soruyordu. Ben bu anın kıymetini bu ana
defalarca tanık olmuş olmama rağmen şimdi daha iyi anlıyorum ve bu sempozyumun
kıymetini de takdir ediyorum. Sempozyumu düzenleyen dostlarıma teşekkür etmek istiyorum.
Bizler değerli bir iş yapmışız. Çünkü bu çalışmalardan kazanılan tecrübelerin
kayıt altına alınması, metotlar, programlar çıkarılması çok yararlı olacaktır.
Şimdi tersini düşünelim. Aynı yıllarda Diyarbakır ya da Hakkari’de yaşayan bir
çocuğun çektiği bir fotoğrafı yurdun diğer bölgelerinde yaşayan çocuklar
görseydi ne olurdu? Kesinlikle inanıyorum ki daha tez zamanda barışa
ulaşılırdı. Fotoğraf Vakfı bunu denedi, Kürdistan’da Fotoğrafçı Çocuklar
Atölyeleri açtı, o çalışmalardan sergiler oluşturdu. Hayata tanık olan belgesel
değeri tartışılmaz fotoğraflar da çıktı. Bu atölyeler keşke çoğaltılabilse ve
devam edebilse, o atölyelerden çıkan fotoğraflar gezici sergilerle yurdun her
yerindeki çocuklara ulaşabilse “barışa
katkı sağlamış oluruz”. Ne güzel olur.Bu halen daha mümkün. Bu sempozyumda
sunum yaparken hedeflediğim politik meramımı böylece ortaya koyduktan sonra
sadede dönüyorum.
Fotoğraf sergisi kamyona asıldıktan sonra
Fotoğraf kamyonu atölyesine geçerdik.
Çalışmamamıza yedi yaşından ondört yaşına kadar olan çocuklar
katılabilirdi. Biz sınırlamadık kendiliğinden bu sınır ortaya çıktı. Yedi
yaşından küçük çocuklar karanlıkta bulunmaktan korkuyor, büyükler de çabucak
sıkılıyordu. Çalışmamız iki etaptan oluşurdu:
Açık alanda kompozisyon oluşturmak ve kompozisyonlarını karanlık odaya girerek
fotograma taşımak. Bu iki etapta en az birer rehber çocuklara eşlik ederdi.
Çalışmaya katılacak çocuklara 10x15 cm boyutunda birer kağıt parçası verirdik.
Bu kağıt onların kompozisyon alanıydı. Çocuklardan bu kağıdın üstüne sığacak
büyüklükte saydam ya da yarı saydam nesneler toplamalarını isterdik. Daha o an
fotoğrafla tanışmış olurlardı. Bir nesnenin saydam olup olmadığını nasıl
anlarız diye sorarlardı tabii. Gölgesi çıkıyorsa saydam değildir. Bu bilgiden
sonra çocuklar, fotoğraf işinin ışıkla
gölgeyle ilgili bir mevzu olduğunu deneyerek öğreniyorlardı. Saydam olmayan,
gölgesi çıkan şeyler bizim işimize yarıyordu. Neydi bunlar? Kozalak, çubuk,
taş, yaprak vb. Çocuklardan verdiğimiz kompozisyon kağıtlarının üstüne
topladıkları saydam olmayan nesnelerden şekiller oluşturmalarını rica
ediyorduk. Nasıl şekiller? Her şey olabilir, taşları çubukları yan yana, alt
alta getirerek çeşitli şekiller, ipleri telleri bükerek yeni şekiller,
şekilleri yan yana getirerek resimler, imajlar ve onları bir arada kağıt
üstünde yerleştirerek kompozisyonlar oluşturmalarını isterdik. Böylece çocuklar, “kompozisyonu ögelerine
ayırmayı” tecrübe ediyordu. Bu
çocukların görsel algısının, zekasının, becerisinin gelişmesinde çok işlevli bir
çalışmaydı. “Siz neymişsiniz be abi” demeyin lütfen mahcup oluruz. Biz bu
yaptıklarımızın “bu kadar hayırlı bir iş olduğunu o zaman bu kadar net
bilmiyorduk. Daha sonra bizim çalışmalarımızı değerlendiren akademisyen
pedegoglar, psikologlar bize bunun böyle
olduğunu söylediler. Çalışmalarıyla da ortaya koydular. Kağıt üstünde kompozisyon çalışmasından sonra
karanlık odaya geçilirdi. Karanlık odada çocuklar kırmızı ışık altında kağıda
hazırladıkları kompozisyonlarını fotoğraf kartına taşırlar, agrandizördepozlandıktan
sonra fotoğraf kartı sırasıyla geliştirici, durdurucu, tespit edici banyolardan
geçer çocukların önene “fotogram” olarak gelirdi. Bu sürece çocukların yüzlerinden,
tepkilerinden tanık olmak benim için çok güzel bir olaydı. Çocuklar büyüleniyor,
etkileniyorlardı. O ana kadar sadece
“hele ne olacak bir bakalım duygusuyla katılan çocuklar” beyaz kağıt üzerinde
görüntünün oluşumuna tanık olduktan “vavv” diyorlardı. Dışarı çıktan sonra
büyük bir merak ve ilgiyle “hele bu iş nasıl oluyor bir anlat” diyorlardı.
Böylece fotoğraf ilişkileri kelam yoluyla değil zanaat yoluyla başlamış
oluyordu. Yaparak, görerek, tecrübe ederek öğreniyorlardı. Çocuk öğrenme
sürecinde aktif oluyordu.
Karanlık oda çalışmasından sonra fotogramlar
tekrar sahiplerine iade ediliyor ve ilk başta onlara verilen 10x15 cm
boyutundaki kağıtlarınakopmozisyonlarını
yazmalarını rica ediyorduk. Yazmak istemeyen yazmıyor ya da yazma aşamasında
daha başka bir şey uydurmak isteyen de uydurabiliyor, istediği hikayeyi
yazabilme imkanına sahipti. Fotgram pozitif baskı tekniğidir. Fotoğraf kartına
saydam olmaya nesneyi koyup pozlarsanız cisim ışık geçirmediğinden altında
kalan kısım beyaz kalır, fotoğraf kartının ışık alan kısımları ışık görmüş
olduğundan siyah olur. Böylece siyah beyaz bir fotografik ürün ortaya çıkar.
Çocukların fotogramlarını ellerine aldıktan sonra farklı kompozisyon yazmaya
meyil etmeleri de bence tesadüf değildi. Çünkü onlar topladıkları nesnelerin sadece grafikleriyle
imajlar ve kompozisyonlar oluşturduklarınıfotogramın gördükten sonra idrak
ediyorlar. Şekil çağrışımlarıyla birlikte başta düşündüklerinden farklı
kompozisyonlar yazma, hikayelerini geliştirme ihtiyacı duyuyorlardı. Biz
rehberler olarak bu sürece müdahale etmiyor sadece isterlerse hikayelerini
değiştirme, farklı şeyler “uydurma” şansları olduğunu hatırlatıyorduk. Uydurmak
kavramı da bu çalışmada çocuklardan öğrendiğimiz ve değerli bir kavramdır.
Hatta diyebilirim ki Fotoğraf Kamyonu çalışması başından sonuna “uydurma” bir
iştir. Uydurmak, bir şeyin bir başka şeye ulanması, yakıştırılması,
ilişkilendirilmesiyle oluşturulan, bilinçli ya da bilinç akışıyla gelişen, anlamlı olsun ya da olmasın ama mutlaka en
azından uyduran için kıymetli bir şeydir. Duma dumadum ben bir yalan uydurdum
deyip bu bahsi kapatıyorum.
Ulusal
bir gazetede fotomuhabir olarak çalışırken İzmit Depremi sonlik yapmaktayken
Fotoğrafçı Çocuklar Atölyelerine dahil oldum. Kasım 1999 depreminden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder