Halkevleri Van Çocukevi Fotoğrafçı Çocuklar Atölyesi

HALKEVLERİ VAN ÇOCUKEVİ FOTOĞRAFÇI ÇOCUKLAR ATÖLYESİ

ALAATTİN TİMUR


23 Ekim 2011... Saat 13:41... Kandilli Rasathanesi Richter ölçeğine göre 7.2 olarak açıkladı Van Depremi’nin şiddetini. Kadın, erkek, çocuk binlerce insan bir toz bulutunun içinde kayboldu, o gün ve o saatte... Ve sonrasında deprem kadar yıkıcı olan devlet gerçeğiyle bir kez daha yüzleşti.  Afet bölgesine giden yardımları engellemeye kadar varan, bir devlet şiddeti yaşandı. Ardından ulusal yayın yapan televizyonlarda “Her ne kadar Van’da olsa acımız büyük”, “Hem askerimize polisimize taş atıyorlar, hem de yardım bekliyorlar”, “Devletin Kürtlere yapamadığını Allah yaptı” gibi nefret söylemleriyle birlikte vicdansız sesler de yükselmeye başladı. Richter ölçeği bu vicdansızlığın şiddetini ölçemedi.


İşte böylesi bir ortamda düştük yollara, kalplerimizde tüm insanlığın vicdanı, çıkınımızda “yaşasın halkların kardeşliği” diye haykıran binlerce insanın fotoğrafıyla. Hep birlikte Kürt halkının acısına ortak olmaya, yaraları birlikte sarmaya ve bu dayanışma ile depremin bile yıkamadığı Türk ve Kürt halkları arasındaki kardeşlik köprüsünün temellerine yeni ve sağlam taşlar koyamaya.


Bizim de elimizden çocuklarla oynamak gelirdi; yaşadıkları travmayı çabucak atlatmalarına yardımcı olmak, yaşanan tüm bu acılardan birkaç saat de olsa uzaklaşmalarını sağlamak için. 


1 Mayıs’tan başlayarak iki ay süren “Fotoğrafçı Çocuklar Atölyesi” ile Van’da yüz çocukla birlikte geçirdiğimiz keyifli zamanlar, hepimizin hatıralarına önemli bir deneyim olarak kazındı. Ve çocuklar, onların gözüyle Van’a bakma şansını verdiler bize. Düğünü de fotoğrafladılar, hüznü de...


Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik. Suları başka denizlere karışmayan bir denize vardık. Ortasında bir ada... Efsane’deki çobanın çığlıklarını duyduk “Ah Tamara, Ah Tamara”... Tamara’ya aşık çoban, sevgilisiyle buluşmak için her gece yüzerdi adaya, ona yol gösterense bir fenerden yayılan ışıktı yalnızca. Bir gün o ışık, ulaşmaya çalıştıkça uzaklaşmıştı çobandan. Ta ki son nefesiyle aşkının adını haykırana kadar... “Ah Tamara...”


Ve yine aynı topraklarda başka çığlıkları duyduk. Bir yıkıntının altında... Güneşten ya da bir fenerden sızan ışığa ulaşmaya çalışan Berivan’ın, Azad’ın, Berfin’in, Baran’ın çığlıkları... Sonrası “Ah Berivan”, “Ah Azad”, “Ah Berfin”, “Ah Baran”... Ah... 


Halkevleri Fotoğraf Atölyesi olarak hüzünlü bir yolculuğa çıktık. Şüphesiz aynı duyguyu paylaşan yol arkadaşları olmasa ne yol olurdu ne de yolculuk.


En başta, saatler süren atölye çalışmalarında yorulmadan bizlere bilgisini aktaran, çocuklarla oyun oynamanın, fotoğraf çekmenin sırrını veren ÖZCAN YURDALAN’a. Bizlere bilgi kadar değerli deneyimlerini ve Galata Fotoğrafhanesi’nin kapısını açarak sıcak bir ortamda bilgiye ulaşmamızı sağlayan YÜCEL TUNCA’ya. Hopa’dan Van’a çocuklarla birlikte yaptığımız her çalışmada yoldaşça emek veren VEDAT ATEŞ’e. Van’lı çocukların sesini Ankara’nın göbeğinden duymayanlar varken bu sesi Avustralya’dan duyarak çalışmamıza katkı sağlayan ADEM TOPRAK’a. Türkçe metinleri Kürtçe’ye çevirerek Kürt halkının bizi anadilinde anlayabilmesini sağlayan SEVİM DURSUN’a. Van Depremi’nden sonra güçlerinin yettiği her anda dayanışma göstermekten geri durmayan ve atölye çalışmalarında kullanılan fotoğraf makinelerinin alınmasına katkı sağlayan İSTANBUL TABİP ODASI ve İSTANBUL ECZACI ODASI’na. Bizleri Van’da hiç yalnız bırakmayan, hem kapılarını hem gönüllerini açarak her an yanımızda olan Van Belediyesi Duhok Konutları halkına. Sonsuz teşekkürler.


Van’lı çocuklarla buluşmak için yaptığımız çağrıya hiç tereddütsüz koşarak gelen, yoğun iş tempolarına rağmen yıllık izinlerini bu çalışma için kullanan, İstanbul’daki çocuklarını bırakıp Van’daki çocuklarına koşan... Atölyeye katılmak isteyen çocukların peşinde, Duhok konutları, Seyranpete ve İstasyon mahallelerini kapı kapı dolaşan, sabahın çok erken saatlerinden, akşamın en geç saatlerine kadar çocuklarla ve aileleriyle vakit geçiren... Van’da bulunduğu süre boyunca, bir yandan çocuklarla oynarken diğer yandan çocukların dişlerini, kadınların sağlığını da dert edinen... Bu çalışmaya en büyük katkıyı gönüllerini vererek sunan yol arkadaşlarımıza teşekkürler. Van halkının kardeşleri, bu çalışmanın emekçileri olmasa, omuzlarımızdaki bu yük ve üstlendiğimiz sorumluluk bu kadar keyifli taşınamazdı.


Nursel Özkan, Erol Yılmaz, Alaattin Timur, Ayşen Gürbüz, Barış Boza, Boray Dişbudak, Tolga Subaşı, Turgay Gündoğdu, Sevil Parlak, Sevinç Gerçekoğlu, Rukiye Şimşek, Sevtap Yenigün, Deniz Karateke, Füsun Tırman, Serap Borucu.
Öncelikle çok kısa olarak Halkevleri Fotoğraf Atölyesi ve Halkevleri Van Çocukevi’nden bahsedeyim.


Halkevleri Fotoğraf Atölyesi 2005 yılında çalışmalarına başladı. Düzenli toplantılar düzenleyen, kurslar veren, etkinlikler organize eden bir yapı yerine somut projeler üzerinden bir araya gelerek ürünler çıkaran bir topluluk olarak kendisini var etti. Fotoğraf çekmeyi seven, disiplinli bir çelik çekirdek diyebiliriz bu topluluğa. Eğitim çalışması ya da kurs gibi etkinlikleri de bu topluluğun ihtiyaçlarına göre düzenledik. 


Fotoğrafçı Çocuklar Atölyesi Eğitici Eğitimi de böylesi bir ihtiyaç üzerine gerçekleştirildi. Bu ihtiyacı ortaya çıkaran ise Van Depremi oldu.


Van Depremi şovenizmin ve nefret söyleminin doruklara ulaştığı bir süreçte gerçekleşti. Van’a gitmek ve oradaki insanlarla dayanışma içinde olmak “insani yardım” sınırlarını aşan bir eyleme dönüşmüştü aynı zamanda. Türk ve Kürt halklarının kardeşleşmesine, hayatı yeniden kuracak ellerimizin birleşmesine katkısı olsun diye herkes bir adım öne çıktı. Halkevleri Van Çocuk Evi’de bu mütevazı adımlardan birisiydi.


Van’ın en yoksul bölgeleri olan İstasyon ve Seyrantepe Mahallelerinin bulunduğu bölgede kurulan bu çadırdan yapı, bölgedeki çocuklar ve anneleri için ekmek ve sıcak kadar önemli olan dayanışmayı ve arkadaşlığı barındırıyordu. Halkevleri Fotoğraf Atölyesi de bu çabanın sürekliliğini sağlamak, fotoğraf aracılığıyla yaralara merhem olmak için Van’da olmak istedi.
Bu kararla birlikte faaliyetin pratik olarak örgütlenmesine başlamış olduk.  Öncelikle herkes en yakın çevresindeki fotoğrafçı arkadaşlarına haber verdi ve Van Atölyesi’ne davet etti. Davetimizle yirmi beş kişi bir araya geldi. Öncelikli olarak eğitim şart diyerek soluğu Galata Fotoğrafhanesi’nde aldık. Eğitici eğitimine böylelikle başladık. Hızlandırılmış ve yoğunlaştırılmış bir programla çocuklarla oyun oynamayı öğrendik,  geçmiş atölye deneyimleri hakkında bilgi sahibi olduk.


Eğitimin ardından bu çalışmanın ekonomisine ilişkin çalışmalara başladık. İstanbul Tabip Odası, İstanbul Eczacı Odası ve bazı gönüllülerden edindiğimiz destek ile 30 adet dijital fotoğraf makinesi ve atölye materyallerini satın aldık. Ulaşım ve günlük ihtiyaçlarla ilgili masrafları herkesin kendi olanaklarıyla karşılamasına karar verdik. Ve ardından Van’daki atölye çalışmasını planlamaya başladık. En az iki kişilik gruplar olmak üzere iki aylık çizelgemizi oluşturduk. Herkes bu takvime göre biletlerini aldı, izinlerini aldı, çoluğu çocuğu, işi gücü bıraktı yola çıktı.


1 Mayıs günü ilk grup Van’daydı. Ve en zoru başlamaktı… Nursel ve Erol atölyeye katılabilecek çocukların kayıtlarını almaya başlamadan önce eğitimcilerin kalacağı prefabriğin lavabosunun tamir edilmesi ve temizlenmesi, dersliğin kapısının anahtarının yapılması, zeminin kauçukla kaplanması gibi altyapı işlerini de halletmek durumundaydılar. Eğitmenler açısından koşullar, yaşam sürdürülebilir düzeye getirilip, kayıtlar da alındıktan sonra ilk atölye çalışması da başladı.
Kayıtların düzgün tutulması çalışmanın sürdürülebilmesi için oldukça önemliydi. Kayıtlarda yaş, sabahçı ya da öğlenci durumu, adres, anne adı ve mümkünse telefon numarası bilgileri yer aldı. Bu sayede atölyeye katılmak için isim yazdıran çocuklar gerektiğinde tek tek evler dolaşılarak toplandı.
Makinelerimiz sınırlı sayıda olduğu için yöntem olarak iki aylık kesintisiz bir atölye yerine bir haftalık atölyeler planladık. Her eğitmen sabah ve öğlen grubu olmak üzere günde iki atölye düzenledi. Aynı zamanda kayıt almaya devam ederek kendinden sonra gelecek eğitimcilerin sabah ve öğlen gruplarını oluşturdu. Böylece Van’a gelen her yeni eğitmen kendisi için hazırlanmış yeni bir grupla çalışmaya başladı. 


Fotoğraf makineleri numaralandırılarak çocuklara teslim edildi. Makinelerin atölyeye ait olduğu ve onlardan sonra gelecek çocukların da aynı makineleri kullanacağı anlatıldı. Eğer boşta olan makineler varsa mümkün olduğu kadarıyla daha önce atölyeye katılmış çocuklara verildi. Ancak bu durum makinelerin daha sık bozulması, bazı makinelerin kaybolması gibi sorunları da beraberinde getirdi. Hem makine sayısı azaldı hem de o makinelerin takibinin yapılması ekstra bir enerji harcamamıza sebep oldu.


Tabi makinelerin azalmasında ya da kaybolmasında atölye katılımcısı çocukların aktardığı arkadaşlarımız falanca, “sen de git ders al, makine veriyorlar, sonra da geri götürme, bir şey yapmıyorlar” dedi. Düşüncesinin de payı olabilir.


Atölyelerde eğitimci eğitimi sırasında öğrenilen metotlar mümkün olduğunca uygulanmaya çalışıldı. Standart müfredat olan güven oyunları, kolaj, kadraj, periskop, camera obscura gibi dersler anlatıldı. Bunların yanı sıra şemmamme, halay gibi ek eğlencelerde müfredata eklendi. Örneğin Rizeli çiftimiz Hemşin horonu’nu da müfredata soktu. Hem müfredat hem de ‘müfredat dışı’ başka çalışmalarda yapıldı. 


Eğitmenlerin çoğunun asıl mesleği fotoğraf değildi. Van’a gittiklerinde yalnızca çocuklarla fotoğraf atölyesi yapmak yerine kendi mesleki deneyimlerini de Van halkının yararı için kullandılar. Kadın Doğum Uzmanı olan arkadaşımız atölyesini tamamlayıp dinlendikten sonra prefabrik konutları tek tek dolaşarak mahallenin kadınlarını derslikte topladı ve kadın sağlığı ve hastalıkları üzerine onlarla konuştu, bilgilendirdi. Yine dişhekimi olan arkadaşlarımız çocukların diş sağlığı ile ilgili çalışmalar yaptılar. Bir arkadaşımız 24 kız öğrenciyi toplayarak İstanbul’dan getirdiği çorap, elyaf, boncuk  gibi malzemelerle bez bebekler yaptılar. En son sergi için gittiğimizde Serap arkadaşımız hayatları boyunca Ahtamar adasına gitmemiş olan Van’lı kadınlara bir Ahtamar turu düzenledi. Bu arkadaşlarımız fotoğrafçının işi yalnızca fotoğraf çekmek değildir diyerek fotoaktivizmin de güzel örneklerini oluşturdular, hayatın ve eylemin içine fotoğraf makineleriyle girdiler. 


Van’daki atölye çalışmamızda tanımlı bir müfredat ve işleyişe omurga olarak ihtiyaç olduğunu gördük. Aynı zamanda çalışmanın yapıldığı mekanın, bölgenin koşullarına uyum sağlayabilecek esneklikte ve oranın ihtiyacını karşılayabilecek nitelikte yaratıcılığı da barındırması gerektiğini 
anladık.


On beş kişinin gerçekleştirdiği iki aylık atölyeyi bir tür bayrak yarışına benzetebiliriz hatta bunun adı gerçekten fotomaraton olabilir. Atölyesini tamamlayıp Van’dan ayrılan ekip yeni gelen ekibe ancak bayrağı teslim edecek kadar vakit bulabiliyordu. Bu da her ekibin karşılaştığı özgün sorunlara karşı ürettikleri pratik çözümler, eksikler, halkla ilişkiler, yeni tanışılan ve katkısı olabilecek insanların telefon numaraları vb. konulardaki deneyim aktarımlarının yüz yüze yapılmasını imkansız hale getiriyordu. Bu noktada eğitimcilerin tuttuğu günlükler çok önemli bir iletişim ve deneyim paylaşım aracına dönüştü. Pratik bilgiler, iç dökmeler, krokiyle ev tarif etmeye kadar ayrıntılı anlatımlar bile yer alıyordu günlüklerde. Herkesin başucu kitabıydı.


Ve o günlüklerin son cümleleri hep aynıydı. “Buradan ayrılmak çok hüzünlü ve çok zor…”
Çalışmamız meyvelerini bir kitap üç sergi olarak verdi. Kısaca kitap ve sergi kısmını aktarayım. Kitabı eline alanların Van’a nasıl bir süreçte gittiğimizi ve orada ne yaptığımızı görmesini istedik. Halkevlerinin de belleğinde kalması için kısa fotoğraf altı yazılarla adım adım müfredatı da anlattık. Ardından çocukların fotoğraflarını koyduk. Atölyeye katılan her çocuğun en az bir fotoğrafının olmasına özen gösterdik.


İlk sergiyi Van’da gerçekleştirdik. Baskıları İstanbul’da yaptırdık. Fotoğrafları koyacağımız ayaklı standları ise Van’da. Sergi ‘ye çocukların ve ailelerin otobüslerle taşınması ve ikram konusunda Van Belediyesi’nden destek aldık. Bu sayede kalabalık bir sergi oldu ve çocuklar fotoğraflarıyla ve kitaplarıyla buluştu. Ardından Kadıköy ve son olarak Beşiktaş’ta sergimizi yaptık.
Aklımız  ve kalbimiz hala Van’da…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder